HATA ETTİK EY HALKIM; “BAĞIŞ”LA BİZİ!

 HATA ETTİK EY HALKIM; “BAĞIŞ”LA BİZİ!

“HATA ETTİK EY HALKIM; BAĞIŞ’LA BİZİ”den “TÜKETTİK EY HALKIM; BAĞIŞ’LA BİZE”ye geldik..

“Zulüm sığmaz iken köye şehre, bize mezar oldu kan Kızıldere, yavuklu yerine çıplak mavzere, sarıldık ey halkım unutma bizi..”

Kimileri böyle anlattı derdini halka, kimileri af diledi kurtulduğunu düşündü ve şimdi kimileri dilemiyor artık, dileniyor sadece..

Bu topraklar, bu memleket, bu koca Anadolu öyle zulümlere, savaşlara, anlaşmazlıklara, salgınlara maruz kaldı ki öldü öldü dirildi, çoğu zaman da öldükçe dirildi.. Anadolu’ya girmek için karşımızdaki düşmanın beşte biri idik.. Anadolu’da kalmak için ise karşımızdaki düşmanın yarısıydık… Hatta diğer yarımız da firar idi… Girmek için de kalmak için de telafisi zor acılar yaşadık.Oysaki acılar rakamlar ile ifade edilemez. Her ne hikmetse bilhassa son 18 yıldır duygularımızı rakamlara indirgedik…

Anadolu ve hatta tüm gezegenimiz henüz çaresi bulunamayan, zamanın da aleyhe işlediği bir salgınla karşı karşıya… Türkiye coronavirüssalgınının01 Nisan 2020 tarihi itibariyle 22.gününde ve resmi açıklamalara göre 277 kaybı var. Ben, yazıyı hazırlarken okuyucuyu rakamlara boğmayacağıma dair kendime söz vermiştim ama tutamayacağım.

Virüs nedeniyle günde ortama 12 vatandaşımız ölüyor ve kimilerine göre daha radikal tedbirler alınamadığı veya virüse çare bulunamadığı sürecebu ölümler devam edecek. Ne çabuk unutuyoruz, gündeme ne de çabuk kaptırıyoruz kendimizi! 22 günde bu kadar öldük ama hatırlayınız; bir günde 301 kişi öldük Soma’da! İdlip’te 33 öldük bir anda! Bir memlekette vatandaşların ölüm şekli o memleketin gelişmişliğini gösterir.

Kendi rayında giden trende ölüyorsak art arda, gelişmemişiz demektir. Pamukova, Kütahya, Çorlu..

Mesela halay çekerken veya kırmızı ışıkta beklerken bomba patlıyorsa.. Etlerimiz lime lime yanımızdakinin etine geçiyorsa.. Otopsimiz dahi yapılamıyorsa, kimliğimiz belirlenemiyor veya yüzümüz teşhis edilemiyorsa ölümün de hayırlısını görmüyoruzdur aslında..

Şehit olduğumuzda peyderpey açıklanıyorsa sayımız.. Yan yana şehit olduğumuz silah arkadaşımız bizden bir sene sonra defnediliyorsa, aslında yönetilemiyoruz demektir.

Hatırlayınız, Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı İlnur Çevik: “Türkiye’ nin Zeytin Dalı Harekatı’nda 50 küsur şehit vererek ileride Türkiye’de bin şehit verilmesinin önüne geçildi, Irak’ın ve çözümün ardından Suriye’nin yeniden inşasında Türk müteahhitleri önemli işler yapacaktır” dedi. Şehitlerimizi rakamla bile değil küsurat ile ifade etti. Görevden alınmadığı için hükümetin de görüşü budur sonucunu doğurdu. Türk askerini, müteahhitlerin önünü açan bir kepçeye benzetmiş olmadı mı sizce?

Amerikalılar “Vietnam’da yağmurun her türlüsünü gördük” dediler. Aslında “ölümün de her türlüsünü” görmüşler, yenilmişlerdi. “Yenildiklerini gizlemek” için “ıslandık” dediler.

15 Temmuz’da nasıl öldüğümüze girersem çıkamamaktan korkarım..

Birileri hata etti biz öldük.. “HATA ETTİLER EY HALKIM; BAĞIŞ’LA ONLARI”

Dönebilirsek dönelim salgına..

İşte o çocuğun İsmet Paşa” ya serzenişindeki gibi; “Paşam bizi aç bıraktın”

Evet çocuk aç kaldın ama babasız kalmadın…

Şimdi de babasız kalmasın diye çocuklar, evde kalmalıyız! Gerekirse eve hapsolmalı, aç kalmalı ama hayatta kalmalıyız. Evde kalmanın iki yolu var; ya sokağa çıkma yasağı ilan edilir ya da halk inisiyatif kullanır ve kendini dışarıya yasaklar. Olağan olan ve beklenen, bu kararı hükümetin alması ve sokağa çıkma yasağı ilan etmesidir. Bu kararı alamamak basiretsizlik değilse bile yönetememek, irade ortaya koyamamaktır. Seçimlerle yönetme yetkisini eline alan hükümet takdiri halka bırakmış durumda ve halktan “kendi başının çaresine bakmasını” istiyor. Halk kendi başının çaresine 1920 yılında Anadolu’ ya geçerek baktı zaten. Hükümetin, tüm medeni hükümetler gibi, “ey halkım, sen eve geç, düşünme şimdi salgını, vebayı! Ben sana bakarım” demesi gerekiyor.

Bunun için de özel bir çabaya gereksinim duymamalı… Ödenen vergiler, biriken fonlar tam da bu günler için…

“TÜKETTİK EY HALKIM; BAĞIŞ’LA BİZE..”

Peki vergi kalmamış, fonda para birikmemiş ise ne olacak… Olur mu öyle şey? Oldu işte!

Hükümet, çözümü “dilenmek”demesek de “rica etmek”te buldu!

“Bende de yok halkım, olan olmayana versin…Bağış’ layın!”

Bağış; içten gelendir, ihtiyaridir, ivazsız, kendiliğinden…

Yapılan bağışı başkasının bilmesine lüzum yoktur. Hani demez miyiz; “sağ elin verdiğini sol el göremesin.”

Kaç maaşını, cebindeki veya bankadaki paranın ne kadarını bağışladığını sen ve senin inandığın ilahi güç bilse yeterlidir. Bağışın ulaştığı kişinin dahi bilmesine gerek yoktur. Zira onun “Allah razı olsun” şükrü gelir seni bir şekilde bulur.

Bağış bir yarış da değildir. Yalakalık, işgüzarlık hiç değildir. Bir takım mülki amirlerin, çalışanlarına “bağış alt limiti” şartı koşması en hafif tabirle “müsadere – el koyma” dır. En ağır tabirle de “gasp” tır.

Feraseti, gani gönüllülüğü temel olan bu ırka rica etmen yeterlidir.

Hatta bu aziz millete gölge etmesen başka ihsan da istemez hani..

“SIFIRI TÜKETTİLER  EY HALKIM; UNUTMA BUNLARI..”

Av. İsmail KORKMAZ